Ankara Sinema Derneği’nin düzenlediği 27. Gezici Festival, 2 Aralık’ta Ankara’da başladı. Ankara gösterimleri için biletlerin neredeyse tamamının tükendiği, seyircinin yoğun ilgisi ile geçen Festival film gösterimleri ve söyleşilerle dolu ilk hafta sonunu geride bıraktı. 27. Gezici Festival 8 Aralık’ta Ankara’ya veda edecek ve yolculuğuna 9-11 Aralık tarihleri arasında Sinop’ta devam edecek, 12-14 Aralık tarihleri arasında Kastamonu izleyicisiyle buluşacak.
Gezici Festival’in ilk gününde Lukas Dhont’un Cannes Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan filmi Yakın / Close, ABD Büyükelçiliği’nin katkılarıyla gerçekleşen Tehdit Altında bölümü filmlerinden 1976 yapımı Oscar ödüllü Alan J. Pakula imzalı Başkanın Bütün Adamları / All The President’s Man, Anna Jadowska’nın başrolündeki Dorota Pomykala’ya Tribeca’da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandıran Çatıdaki Kadın / Woman On The Roof ve Ümran Safter’in yönettiği Kabahat izleyiciyle buluştu.
Yaz tatilini geçirmek üzere babaannesinin yaşadığı muhafazakâr Anadolu köyüne giden, batıl inançlarla baş etmeye çalışan 13 yaşındaki Reyhan’ı odağına alan Kabahat filminin gösterimi sonrasında Alin Taşçıyan’ın moderatörlüğünde yönetmen Ümran Safter ve filmin başrol oyuncularından Işıl Acaray’ın katılımıyla bir söyleşi gerçekleşti. Uzun yıllar tv muhabirliği ve editörlüğü yaptıktan sonra belgesel film ile sinemaya adım atan Ümran Safter söyleşide belgeselden kurmacaya geçiş süreci, çoğu amatör olan oyuncuların seçimi ve yönetimi, uzun bir hazırlık sürecinin ardından 2 hafta süren çekimler ve bundan sonraki projeleri başta olmak üzere pek çok detayı izleyicilerle paylaştı ve “Minimal bir film olsun istedik hep. Büyük büyük, her şeyin altını kocaman harflerle çizen değil; hayatın içinden, hepimizin yaşadığı günlük hayatta karşılaştığımız sorunları sade bir dille aktarmak istedim. Yalın ve basit olsun istedik, bunu başarabildiysem de ne mutlu,” dedi.
Işıl Acaray, karakteri için “Ümmü karakterini canlandırmak çok zor olmadı. Benim de herkes gibi bir anneannem ve babaannem vardı ve bazı yönlerden Ümmü karakteri oldukça anneanneme benziyordu. Çok da yabancı olduğum bir karakter değildi. Babaannem çok daha modern bir kadındı. İkisini bir sentez haline getirdim. Halkın içinden birisi Ümmü. Hâlâ var böyle anneanneler ve babaanneler,” dedi.
Festivalin ikinci gününde ise, Sinemanın Kadın Öncüleri bölümünde yer alan, Frances Marion yönetmenliğindeki sessiz film Eli Kulağında / Just Around The Corner, Baba Zula’nın canlı müziği eşliğinde gösterildi. Baba Zula, gösterim sonrasında mini bir konser verdi ve izleyicilere unutulmaz bir gece yaşattı.
Günün diğer filmleri ise, Cannes Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü’nü alan ve Kore’nin Oscar adayı olarak açıklanan Park Chan-wook’un yönettiği Ayrılma Kararı / Decision To Leave; Colm Bairéad imzalı, Berlin Film Festivali Generation Kplus En İyi Film ve Çocuk Jürisi Mansiyon Ödülleri başta olmak üzere pek çok ödüle layık görülen, Oscar’larda En İyi Uluslararası Film dalında İrlanda’nın adayı olan Sessiz Kız / The Quiet Girl, Tommy Walker ve Ross Hockrow’un belgeseli Kaepernick ve Amerika / Kaepernick & America oldu.
Festivalde dün izleyiciyle buluşan filmlerse; Dünya Sineması bölümünde yer alan Lukas Dhont’un filmi Yakın / Close ve San Sebastian Film Festivali’nden En İyi Avrupa Film İzleyici Ödülü, Tokyo Film Festivali’nden Büyük Ödül ve En İyi Erkek Oyuncu Ödülü’nü kazanan Rodrigo Sorogoyen imzalı Canavarlar / The Beasts, Tehdit Altında bölümü filmlerinden ödüllü Asyalı-Amerikalı yönetmen Ramona S. Diaz imzalı belgesel Kuşatma / A Thousand Cuts ve Özcan Alper’in Karanlık Gece filmi oldu.
Hasta annesiyle vedalaşmak için gençliğinin geçtiği kasabaya geri dönen ve geçmişinde yaşadığı ve yaşattığı olaylarla bir kez daha yüzleşerek, vicdanını temizlemeye çalıştıkça kasabadaki suç ortaklarının engellerine çarpan bir adamı anlatan Karanlık Gece gösterimi sonrasında Özcan Alper ve filmin oyuncularından Taner Birsel izleyicilerin sorularını yanıtladı. Seyircinin yoğun ilgisiyle gerçekleşen söyleşide Özcan Alper, “Bugünkü Türkiye toplumuna baktığımızda umut ne kadar var? Evet hepimiz umut arıyoruz, umut istiyoruz. Filmlerde sahte ya da seyirciyi tatmin eden bir umut yaratmak bana daha fazla umutsuzluk veriyor tam tersine. Sahte bir adalet arayışından ziyade hakikat arayışının çok daha önemli olduğunu, toplumun bununla yüzleşmesi gerektiğini düşünüyorum, bu aslında umut. Bu filmde diğer filmlerimden farklı olarak aslında mağdurdan ziyade mağdur edenin psikolojisi var. Aslında Türkiye toplumundaki çoğunluğun milliyetçilik ve ırkçılıkla olan derdi üzerine biraz kafa yormak istedim. Çok ciddi bir şiddet sarmalının içerisindeyiz. Neden bu kadar çabuk galeyana geliyoruz? Toplumun en çok tırnak içerisinde çok sıradan gözüken kötülükle ilgili düşünmesi gerek diye düşünüyorum,” dedi.
Proje seçiminde oldukça seçici davranan Taner Birsel ise rolü kabul etme sürecini şöyle aktardı: “Bir projeye başlamadan önce genellikle üç kriterim var; bir tanesi yönetmeni kim? İkincisi senaryo. Defalarca okurum senaryoyu. Ondan sonra tekrar başa dönerim; yönetmen kim derim. Bu da üçüncüsü. Özcan Alper gibi bir fırsatı kaçıracak değilim, geçmişe dayalı başka bir ahbaplığımız da var. Telefon edince tereddütsüz evet dedim. Senaryoyu okumamı istedi ve okudum. Bana sorarsanız ayrı bir filmin konusu olacak kadar derinlikli bir hikâyeydi evladını yitirmiş bir babanın hikâyesi. Çok dokundu içime. Özellikle yaşadığımız topraklarda kayıp hikâyelerini herkes biliyor. Canından bir parçayı yitirmiş bir insanın bir sıfatı bile yok bizim dilimizde en azından. Biraz daha bunu dert ettiği için kabul ettim projeyi.”
Gezici Festival Ankara İzleyicisi ile Buluşmaya Devam Ediyor!